Bosna tarihinden daha doğrusu Bosna-Osmanlı ilişkilerinden bahsetmek ve aynı zamanda başlıktaki soru ile karşılaşmamak adeta imkansız. Sorunun cevabı hiç de kolay bir şey olmamakla beraber muhatap kişi cevabın kısa, net ve doğru olmasını diler. Ancak cevaplar her zaman öyle olamıyor. Bazı cevaplar geniş bir anlatım ister bazıları var ki ne kadar söylerseniz söyleyin yine de açık kalır. Hani derler ya „Bazen ulaştığın cevaplar daha fazla soruya yol açabiliyor“. İşte anılan soru tam da öyle bir cevap doğurur. Öyleyse bu metinle cevabın kapılarını açalım yahut kilit noktalara değinelim dedik.
„Doğu Meselesi“ açısından baktığımızda, Avusturya'nın Bosna'yı ele geçirme plânları 17. yüzyılın ilk yarısında başlamıştır. Avusturya, bu plânları, birincisi 1697-1737, ikincisi 1788-1791 yıllarındaki savaşlarda olmak üzere, askerî bakımdan iki defa denedi ve bunlarda başarısız oldu.
Üçüncü hamlede ise, Bosna-Hersek'in 1878'de işgâl edilmesiyle, Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan'ın “mandası altına” sokulabildi. 19. yüzyılın son çeyreğinde gelişen, birbiriyle bağlantılı ve engellenmesi zor olan süreçler içinde, iki olay döneme damgasını vurmuştur: Rus İmparatorluğu'nun yayılması ve Osmanlı Devleti'nin geri çekilmesi. Bu iki gelişme, Balkan milletlerinin bağımsızlığı, Osmanlı-Rus Savaşı'na ve ardından da Osmanlı Devleti'nin çöküşü ile sonuçlanmıştır. Bu antlaşma gereğince oluşan sınır düzenlemeleriyle, Osmanlı Devleti, toplam toprağının beşte ikisi ile yaklaşık yarısı Müslüman olan nüfusunun beşte birini (5.5 milyon) terk etmek zorunda bırakılmıştır.
Avusturya, daha fazla vakit kaybetmek istemediğinden Istanbul'a bir elçi göndererek, Bosna-Hersek‟in kendilerine verilmesini talep etmişti. Aksi takdirde, Balkanlar'daki Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ'ın sınırlarının daraltılmasında desteklerini bırakacaklarını bildirmişti. Avusturya-Macaristan, Babıâli'nin kendi isteklerini yerine getirmekten başka çaresinin olmadığını düşünse de Osmanlı idarecileri Avusturya'nın yaptıgı bu teklifi reddetmişti.
Osmanlı temsilcilerinin alınmadığı kongrenin kararları, çoğunlukla Rusya, İngiltere ve Avusturya arasında yapılan özel toplantılar sonucunda alınmıştır.
Osmanlı Devleti kongreye katılmadan önce, Avusturya-Macaristan'ın Bosna-Hersek'e asker göndermek istediğini kongreye sunacağının haber alındığını ve böyle bir teklifin Osmanlı elçileri tarafından kabûl edilmeyeceği, Bosna-Hersek'in tanzimi ve ıslahı için Osmanlı Devleti'nden gönderilecek komiserlerden oluşan bir jandarma teşkil edilmesi kararına varılmıştı.
Osmanlı Devleti Bosna-Hersek'in Osmanlı'ya ait olduğunu ve Avusturya'nın bu vilâyetleri işgâlinde haklı bir nedeni olmadığını belirterek teklife karşı çıkmıştır.
Görüşmelerin kesilmesi üzerine, İngiltere ve Almanya'nın baskıları sonucunda, Osmanlı delegeleri, nihayetinde 4 Temmuz 1878'de Istanbul'dan gelen şu bildiriyi okudular: “Osmanlı hukûmeti kongre ile ilgili fikirleri çok ciddiye almakta ve Bosna Hersek'te barışı sağlamak için ortak hareket edebileceği fikrini savunmaktadır.” Grof Andrasi, bu karara yönelik memnuniyetini açıklarken, Bismark da, bundan böyle, Avusturya-Macaristan Devleti'nin Bosna-Hersek üzerindeki işgâlinin ve kararlarının meşru olduğunu açıklamıştır.
Bu antlaşma sonrasında Osmanlı Devleti, Bulgaristan'a, Sırbistan'a, Karadağ'a, Romanya'ya, Avusturya'ya, Rusya'ya, Iran'a, Yunanistan'a ve Ingiltere'ye toprak vermek zorunda kalmıştı!
Antlaşmanın 25. maddesi, Bosna-Hersek'in idaresini ve geleceğini ilgilendirmekteydi. Buna göre: Osmanlı hâkimiyetinin Bosna-Hersek‟te devam etmesi kaydıyla, bu bölgenin Avusturya tarafından geçici olarak işgâl edilmesi ve Avusturya'nın Yeni Pazar Sancağı'nda askerî ve ticarî amaçlı yollar yapması ve burada asker bulundurması konusunda ileri bir tarihte müzakere yapılması kararlaştırıldı.
Bunun yanı sıra, Osmanlı Devleti'nin temsilcilerinin ısrarı üzerine, Avusturya-Macaristan ile Osmanlı arasında gizli bir protokol de imzalanarak, Bosna-Hersek'te sultanın hükümranlığının devam etmesine ve Avusturya Macaristan'ın varlığının geçici olmasına karar verildi.
7 Kasım 1908 Bosna Hersek Avusturya-Macaristan tarafından ilhakı ve sonrası
Bosnalı müslümanların partisi MNO (kuruluş tarihi 6 Aralık 1906), hazırlanan “Bosna-Hersek Müslümanları'nın Memorandumu“'nu Osmanlı Hukûmeti'ne teslim etti. Bu memorandumda, Boşnakların ilhak ile ilgili yaklaşımları şu şekilde yer almaktaydı: “Türkiye birkaç milyon font için bir milyon döryüz bin sadık taraftarlarını satarak onları esir ve dilenci haline getirmiştir. Devlet, şimdi Bosna'yı 2.5 milyon font için satıyor ve kendi milletini düşmana veriyor. Mustafa Paşa, Silahtar Jusuf paşa gibi büyüklerin evlatlarını satıyorlar. Boşnak Müslümanları her zaman Osmanlı Sultanı için her şeyi vermeye hazırdır. Türkiye Bosna'yı satmaktan dolayı bir ayıp işlemiştir ve Osmanlı halkından olan Boşnaklar satılmıştır.”
Mesela, Sırbistan Arşiv belgelerinden Bosna dışında yaşayan Müslümanların ilhak ile ilgili olarak ne düşündüğünü anlayabilmekteyiz. Genel kanaat, Osmanlı ile Avusturya arasındaki anlaşmanın Taşlıca'da ve Seniçe'de yaşayan Müslümanlar üzerinde olumsuz etki yarattığıdır. Bir ifadeye göre, „Buradaki Müslüman kardeşler bir türlü para karşılığında Bosna'nın Avusturyalılara satıldığını düşünmektedirler ve hatta buna inanmak istememekteydirler.‟
Bosnalı Müslümanların gerek yazıları gerek söylemleri ile Bosna'nın ilhakına yönelik tepkilerinde; Osmanlı Devleti'nin Bosna'yı para karşılığında Avusturya'ya sattığı düşüncesi yer alsa da, bu durum hukukî olarak ilhakın onaylanmasına ilişkin taraflar arasında 26 Şubat 1909'da imzalanan anlaşmada yer alan şu madde hükmünce gerçekleşmişti: Osmanlı Devleti mülkiyet kanunu gereğince, Bosna Hersek'teki bazı gayrimenkulleri işletme hakkına sahip olduğundan Avusturya-Macaristan Hükümeti, bu protokolün onaylanmasından itibaren Osmanlı Devletine, 15 gün içinde adı geçen gayrimenkullerin bedeli olarak iki buçuk milyon Osmanlı lirasını ödemeyi kabûl ediyordu. (Bkz. BOA, HR. HMŞ, İŞO, Nr. 36/4.)
Osmanlı Devleti'nin anlaşma uyarınca tazminat karşılığı Bosna Hersek‟i Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na bırakması, Müslüman halka ağır gelmişti ve bunu kabûllenmeleri zordu. Ancak 1878'de Berlin Antlaşması ile başlayan işgâl ve ardından 1908'e değin geçen süreçte Osmanlı Devleti, Bosna-Hersek için siyasî ve korumacı mücadelesini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Boşnakların yerinde tepkilerinin yanı sıra Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyılın son çeyreğinde içinde bulunduğu siyasî, sosyal durumu ve Balkanlar'daki siyasî-sosyal dönüşümün boyutlarını da göz önüde bulundurmak gerekir.
Mesela, İttihat ve Terakki yanlıları Balkanlarda ayaklanmalar çıkartarak sultan II Abdülhamidi II. Meşrutiyeti ilan etmesini zorladı ve bunu başarmıştır. Bu olay 24 Temmuz 1908'de meydana gelmiştir. Aralık 1908'de seçimleri antisaltanatçılar kazanmış ve yeni meclis açılmıştı. İşte böyle bir ortamda yani sultanın zayıf düşmesi ve aynı zamanda Bosna'dan da seçimler için çağrı gelmesi Austurya-Macaristan Monarşisini harekete geçirdi ve ilhak ilan edildi. Zaten az bir süre sonra 27 Nisan 1909'da sultan II Abdülhamid tahtan indirilmiş olacaktı. 26 Şubat 1909'da imzanlan antlaşmada yeni iktidarın rolü kilit olmuştur. Yani Bosna'yı asıl Osmanlı hanedani değil Yeni Osmanlılar (sultana karşı olan ve Batı medeniyetinin şerbetini içenler) „sattı“ eğer böyle bir şey söyleyecek olur isek (tabiri caiz ise). Bosna-Hersek için tazminat alınması anlaşmada yer aldığı üzere, „Osmanlı mülkiyet kanunu‟ gereğincedir. Bu, Bosna özelinde bir istisna değildir. Ancak, Osmanlı Devleti'nin, 30 yıllık işgâl sürecinde, Bosna'da Müslüman halkın kimlik savaşı mücadelesini kimi zaman neden yalnız verdiği üzerinde düşünmek gerekebilir.
Osmanlı Devleti'nin ilhak karşısındaki ilk tepkisi, Hariciye Nezareti tarafından, ilhakı protesto eden notanın 8 Ekim'de Viyana'ya verilmesi şeklinde oldu. 17 Aralık 1908 III.Meclis-i Mebusan'daki (Parlamento) açılış konuşmasında da, Sultan II Abdülhamid ilhakı kınamıştı.
Evet Boşnaklara ilhak çok ağır gelmiş olabilir, birileri onları yalnız bırkatı diye kendi algılarını üretmiş olabilir, ancak bu süreç o kadar da basit değil, onu anlamak gerekecek, „Osmanlı bizi sattı“ demek çok basit, yüzeysel ve sinsice söylenmiş bir itiraf olur. „Aliya İzetbegoviç Deyton'da Bosna'nın yarısını Sırp Cumhuriyeti Entitesi'ne sattı“ demek gibi bir şey olur. Bu da ayrı bir saçmalık! Her ne kadar bu tür saçma fikirleri üreten akademisyenler dahi olsa bile. Tarihin getirdiği süreçleri anlamak gerek. Bu da işin zor tarafı.
Dünyada adalet ve adaletsizlik diye bir şey yok. Sadece güçlü ve zayıf olanlar var! Güçlü olursan Kudüs'ü feth edersin, İstanbul'u feth edersin, Viyana kapılarını zorlarsın. Zayıf düştüğünde düşmanına yenilirsin, toprakların ellerine geçer sen de ellerin bağlı onu izlemeye mecbur kalırsın. Mes'ele bu. Anlayana.
Hazırlayan: Dr. Sedad Beşliya
Detaylı bilgi için:
Fahriye Emgili, Bosna-Hersek'ten Türkiye'ye Göç (1878-1934), Ankara, 2011. (Doktora Tezi)
Mustafa Imamović, Pravni položaj i unutrašnjo-politički razvoj BiH od 1878-1914, Sarajevo, 1976.
Bosna-Hersek İle İlgili Arşiv Belgeleri, 1516-1919, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı 7, Ankara, 1992.